30 Ağustos 2023 Çarşamba

30 Ağustos Zafer Bayramı

 🇹🇷Yunanı denize döktüğümüz gün, bugün Yunanistan arkasında ABD ile tarihi unutmuş kaşınıyor. 

"İlk hedefiniz Akdeniz !" diye askerine hedef gösteren Mustafa Kemal, bugün Akdeniz'de ABD donanması konuçlanmış durumda

 Dehan ve öngörün ile "Şartlarımızı koyarız" diyerek mesafeli durduğun NATO belasına sokulduk. Cirit atıyorlar kara ve deniz sularında. 

"Şahsi meselem" dediğin Hatay'ı yerle bir edip işgal etme planlarındalar. 

Anlayacağın Paşam apaçık işgal altındayız. Ormanlarımızı yakıyorlar, buğday ambararını yakıyorlar, bizi kıtlığa sürüklüyorlar Paşam.  Bir tas hoşaf, yarım somunla kazanılan zaferlerin topraklarında Türk'ü açlıkla yıkamazlar unuttular. 

Arabistanlı Lawrence ile başlayan İngiliz ajanlığı, yurdun dört bir yanında tarikat ve tekkeler ile sarmış durumda. Çok hain var Paşam, okumuşu, cahili. Satılmış profesörler, gazeteciler, hukukçular,  siyasetçiler, sanatçılar..

Apaçık savaş içindeyiz Paşam, Yurtta sulh, cihanda sulh dedin, dünya cehenneme döndü, sinsi sinsi savaşıyorlar korkaklar. Top, tüfek, mermi, süngü ile değil teknoloji ile şeytani bilimle savaş açıyorlar.  Seni zehirledikleri gibi bizide  kimyasallarla, ilaçlarla zehirliyorlar. 

Bizi yok etmek istiyorlar çünkü Türk'den çok korkuyorlar Paşam. 

İşgal altındayız Paşam ve biliyorum "aradığım kudret damarlarımda ki asil kanda mevcut."


Sevgi, Saygı ve Minnetle 🇹🇷


#30ağustos #30ağustoszaferbayramı #türkiye #atatürk #türk #türkolmak #küreselçete #tarih #işgalaltındayız #hatay 


17 Temmuz 2016 Pazar

Darbecik ve Sosyal Psikoloji

Darbecik durduran sokağa dökülen insanımızı birazda sosya-psikolojik olarak analiz edelim;

Coğrafyamız insanı, hem Doğu hem Akdeniz mayasıyla çabuk galeyana gelir. Onu her konuda, her durum için, bir kaç kışkırtıcı sözle sokağa dökebilir kendisini kahraman gibi hissettirebilirsiniz. Analitik düşünmez. Neden sonuç ilişkisi içinde muhakeme yeteneği gelişmemiştir. Resmin bütününü görmek istemez, göremez zira bu zor, zahmetli ve uzun bir süreçtir. Çok okumak ve araştırmak ve parçaları bir araya getirmek gerekir, buna  vakti yoktur, niyeti de, ona direkt sonuç gerekir. Ekseriyetle  bilgi sahibi olmadan fikir sahibidir ve bu fikir ona yeter. Aksi fikirde, hırçınlaşır, öfkelenir ve saldırganlaşır. Kesinlikle soğukkanlı değildir, olmaya da gayret etmez.  Başkasının hakkını yeme ve ihlal etmede bir behis görmez (iki otomobillik yere araç park etme, bir vezne kuyruğuna kaynak olma, plajda en az 4 şezlonga havlu bırakma vb anladınız siz yapıyı) ama kendisi bu durumlarla karşılaştığında isyan edip, ahlâk dersi verir. Empati yeteneği primitif düzeydedir.

İnsanımız aslen çok mutsuzdur. Altında yetersizlik ve değersizlik duygusu vardır. Aslını, özünü yitirmiş, ne doğulu ne batılı olmayı başarabilmiş, ana vatanı Asya'dan bağları çoktan kopmuş insanımız aidiyet sorunu yaşar. Yaşadığı coğrafyanın jeopolitik konumu itibari ve yıllar boyunca kötü siyasetle yönetilen bir ülkede yaşamanın ızdırabı ile hep tehdit altında, hep güvensiz ve diğer dünya ülkeleri tarafından kabul görmeyen bir itilmişlik yaşar. Vize almak için konsolosluk kapılarında sürünür. Istenmeyen üvey çocuk gibidir. Hatta piç gibidir. Piç bir toplum olan ABD gibi ben Amerikan Vatandaşıyım deyip işin içinden çıkamaz, ayrışır da ayrışır kendi içinde. Türk, Laz, Kürt, Çerkez, Rum, Alevi, Sünni, şucu bucu....
Değişen hükümet ve politikalarla kimi zenginleşir, kimi fakirleşir. Ekonomik uçurumlar ayrı öfkeleri doğurur, tetikler.
Bütün bunlar derin bir kompleks yaratır onda. Bunu  bastırmaya çalışır, bastırdıkça fırtlar.
İnsanımızın çoğunun refah bir hayatı yoktur, ülke ve devlette bunu vaadetmiyordur. Gelecek planları, idealleri ve hobileri yoktur. Günü kurtarmak kafidir. Terörü, şiddeti, ölümleri, cinayetleri, tecavüzleri, hırsızlıkları, yalanları ve onlarca kötü durumu kanıksamış, buna alıştırılmıştır. Sorgulamaz, kabul eder, sorgulayana şaşırır. Kendi gibi düşünmeyen herkesi reddeder. Genelde mesneti yoktur ama bir durumu hunharca savunur.
İnsanımız, hata yaptığında geri adım atmaz, özür dilemez, yanıldım galiba diyemez. Herşey onun gururuna dokunur. Gurur ve onur arasında ki farkı bilmez. Onurun haysiyet, gururun ise kibir olduğunu ayırt edemez.
İnsanımız pire için yorgan yakar ama köprüden geçerken ayıya da dayı der. Çok tutarlı değildir insanımız. Kararlı da değildir. Şimdi hayır dediği çocuğuna 1 dakika sonra tamam tamam ağlama der istediğini verir. Yemeğini bitir seni parka götüreceğim der, sonra çocuğu parka götürmez.
İnsanımız, vatanını, bayrağını, Mehmetçiğini sever, kutsaldır. Bu öne sürülünce, acaba demez, neden demez, arkasında ne bit yeniği var demez. Çıkar sokağa, gözü dönmüştür.  Hangi çılgın zincir vuracakmış şaşar âdeta.
İnsanımız, mutsuz, değersiz, yetersiz ve galeyana gelen fıtratta olunca çıkan sonuçta bu oluyor. Üzerinde bir gömlekle, eli silahlı askere tanka yürüyecek cesareti buluyor, kendi askerini dövüyor, işkence ediyor, öldürüyor, vahşice başını kesiyor. O an bunu vatan, devlet, birlik beraberlik için yapmıyor!  Karşısındakinin kim olduğunu bilemeyecek bir şuursuzlukla yapıyor. Orada saldırdığı, öldürdüğü, birikmiş tüm öfkesi. Geçim derdi, kahve de ona  ters düşen adam, kayınpederine öfkesi, babadan kalan  tarlaya düşen payını vermeyen emmisine, çocukken köyde ki kırmızı bisikletini bir tur vermeyen arkadaşına, lise de senden bi bok olmaz diyen tarih öğretmenine, bir üst model araba alan komşusuna, ve ve en önemlisi de çükünü kaldırıp karısını beceremediği için tüm öfkesi.
O kendini darbe durdurdu sanıyor ama eşi dostu ne bok olduğunu biliyor.
Darbeler geriye atıyorsa, insanımıza bir darbe olsa 50 yıl geriye gitsek.

16 Temmuz 2016 Cumartesi

Darbecik

1980'de çocuktum ama darbeyi gördüm, hissettim sessizliği ve şehrin değişen kokusunu. Sonrasında okuduklarımız, seyrettiklerimizle darbenin ne olduğunu, nasıl olduğunu iyice öğrendik, belledik. Yıllar içinde, değişen hükümetler, savaşlar, dünya konjonktürü, merakım, okumam, araştırmam yap bozun parçalarını bir araya getirmeyi öğretti, hep resmin bütününü tamamlayıp görmek istedim. Bunun içinse bir ömür adamak hatta canını adamak gerekir. Uğur Mumcu gibi yürekli olmak gerekir.
Ben sade sade, basit basit yazıp soracağım şimdi.
_15 Temmuz 2016'da askeri darbe olmadı. Gerçi hükümet "Kalkışma" diye bir tabir kullanıyor.
_Darbe, akşam saati olmaz, sabah darbeye uyanırsın
_Boğaz köprüsünün ortasından darbe başlamaz.
_Darbe olsa direkt Başbakanlık Sarayını işgal ederlerdi. Şöyle düşünün birini gerçekten öldürmek istersen bacağına bıçak saplamaz, şah damarına saplarsın.
_Ankara'da F16'lar vızır vızır alçak uçuş yerine direkt Başbakanlık Sarayını bombalardı.
_17 saniye ihlalle uçak düşürmeye muktedir iken, meclis üstünde ki jet tacizine niye seyirci kaldınız o halde?
_2013'de Gezi Parkı olaylarında, çoğunluğu üniversite öğrencisi, genç ve yeşilci olmasına rağmen her şey kontrolünden çıktığı için deli olan, öfke nöbetleri geçiren, paronayaklaşan Erdoğan, karşısında asker, tank, jetle darbe girişiminde nasıl bu kadar soğukkanlı kalabildi. Sorun yok, şimdi hallediyoruz, haydi sokağa diyebildi.
Psikolojik olarak ancak hazırlıklı olduğun ve bildiğin konularda rahat ve soğukkanlı olabilirsin.
_Darbe olduğunda, darbe yapılan TV'lerde 1 saat sonra boy gösterip deklarasyon yapamaz. Senin kontrolünde ise yaparsın tabi.
_Darbe olsa, tüm yayın organları durdurulur ve internet kesilir. Bilgi akışı süperdi oysa.
_Darbe yapılacaksa, 81 vilayette yapılmaz mı, en azından 7 bölgede birer şehirle
_Darbe Girişimini ordunun içindeki küçük bir grup yapıyorsa, senin kontrolünde ki büyük grup neden etkisiz hâlâ getirmiyor. Usulüyle meslektaşları olayı kontrol altına almıyor da, halkı sokağa döküyorsun?
_Vandalizmle daha ne kadar besleneceksin.
_Ordunu dünya kamuoyunda küçük düşürmek, dolayısıyla seni de güçsüzleştirmiyor mu? Suriye'ye mi kafa tutacaksın, Iran'a mı?  Zaten lütfen kafa tutma.
_Darbe Girişimini ordunun içinde ki Fetullah Gülen yanlılarının yaptığını an itibari ile açıkladığına göre;  bunu yıllardır biliyordun demektir. O halde bu kişileri yıllardır niye ayıklamadın. Kullanmak için şimdiye saklamış olabilir misin?
_Sedat Peker'i vs dışarı çıkarmak için torba yasayla dışarı çıkardığın Paşaların yerini doldurmak için, dışarda rahatsız olduğun generalleri direkt içeri alamadığın için bu operasyonla istediğini karga tulumba toplamış olabilir misin?
_Pazartesi, dolar ve petrol fiyatları ile kaç akraban daha fırsat zengini olacak?
_Erken seçim istiyorsun ve Başkanlık Sistemi, şayet bu olmazsa daha ne kadar ileri gideceksin? Yani ortalama kaç bin kişinin ölmesini göze alabilirsin? Limit yok değil mi?
_Cihad mı var, kiminle savaşıyoruz, neden saat başı sela okunuyor minarelerde? Fazla mesai yapan müezzinlere, Diyanet Bakanlığı o devasa bütçesinden ne kadar mesai ödeyecek. Fazlasıyla ödeyin, müezzinlerin dili damağı kurudu.
_Canice öldürülmesine sebeb olduğun, emir kulu gencecik Mehmetçik'lerin kabuslarına girmesinden korkmuyor musun? Sahi sen uyuyabiliyor musun? Ailelerinin acısı, ahı torunlarımdan çıkar diye hiç korkmuyor musun?
Paranın ve mevkiinin kifayetsiz kaldığı yer ve zaman hiç aklına düşmez mi arada?
_16 Temmuz 2016'da ne kutlanıyor? neyin zaferi, neyin bayramı? Gaza, milli maç, zafer...? Bende bilmek istiyorum.
_17 Temmuz 2016'da nasıl bir güne uyanacağım ve ertesi günlere...

16 Şubat 2015 Pazartesi

Özgecan Aslan anısına, saygı duyduğum kadınlara, kendime.

 

Kelimeleri yüreği batanlardanım, kurduğu cümleleri yutan, hazmetmeye çalışanlardan. Dile getiremediklerini yazanlardan. Konuşsam acıtır diye kendi canını acıtanlardan. Bağırıp çağırıp, haykırmak, kırıp döküp, taş üstünde taş bırakmamak noktasında, noktayı kendine koyanlardanım. Kimi gün, kimseyle tek kelime konuşmadığım olur, kendimle konuşur, kendimi dinlerim. İç ses hiç susmaz zaten. Hesap, muhasebe, muhakeme... Bunları kimi rakamlarla yapar, ben vicdanla.

Vicdanım bugün yaz diyor.

Özgecan Aslan yaşamıyor.

Gençliği, hayalleri, umutları, geleceği, sevinçleri, hayal kırıklıkları, korkuları, yaşadıkları ve yaşayamadıklarıyla, doğmamış çocuklarıyla toprağın altında...

Ben yaşıyorum.

Belki tesadüfen. Kaç kere teyit geçtiğimiz ölüme karşın. Tanrı’nın biçtiği ömrü, onun tasarrufunda, onun kurgusunda yaşıyorum şu an için.

Nasıl öfkeleniyoruz, Azrail’in rolünü çalana, hele hele zamansız olana öfkemiz çığ gibi büyüyor. İlk değil! Kim son olacağına söz verebilir?!

Erkekler tarafından kadınlar öldürülüyorlar.

 
Kadın olmak zordur, belki erkek olmak da zordur ama kadın olmak daha da zordur, hele güzel bir kadın olmak çok daha zordur. Erkek olmak teflon tava gibidir, ona çok fazla bir şey yapışmaz. Ama kadın kolay lekelenir. Erkeğin hakları geniştir. Erkeğin sırtı sıvazlanır, kadın eleştirilirken. Kadın bedeni üzerinden savururken küfürleri erkek, bir saniye bile düşünmez-düşünemez onu dünyaya getirenin de bir kadın olduğunu. Hâlbuki bal gibi bilir ama mıh gibi tutamaz aklında. Anası, bacısı, kızı, teyzesi, halası, kız yeğenlerinin canı, namusu, duygusu o kadar önemliyken, gözünü kırpmadan bir başkasınınkini harcar.

 
Kadın olmak zordur, güzel kadın olmak katmerli zordur.

Bana niye çalışmadığımı soranlara başka sebeplerde söyledim. Taciz edilmediğim hiç bir iş yerim olmadı benim. Erkek için ekmek aslanın ağzında ise, kadın için erkeğin apış arasına denk gelmeden ekmeğe ulaşmak zor. Erk onlarda, iktidar onlarda. Çantamı alıp çıktığım iş yerleri. En üretken, verimli çağımda, yeteneklerimle, zekâmla, birikimimle arkama bakmadan eve koşup kapımı kilitlememe neden olan erkekler. Daha azla yetinerek yaşamaya mahkûm eden erkekler. Her geçen gün üzerine bir tuğla daha yerleştirdiğin bir kale örmeye başlarsın kendine. Bir sığınak. Ondan mıdır acaba hep bir şatoda yaşama isteğim, en korunaklı, zırh gibi. Hayaletlerle bile yaşamak yeğdir, dışarıda ki vahşî hayattan.

Zaten toplu taşımayla işe gitmek başlı başına bir muharebedir. Bir erkeğin soluğunu ensende hissetmek, bacaklarını ayırıp oturan erkeğin yanında sen kendini daha fazla toparlamak zorunda kalırsın. Çünkü kız çocuklarına düzgün oturması öğretilir, erkek çocukları hürdür. Sen eteğin açılmasın diye dikkat ederken, ona göster pipini oğlum deniyordu tezahüratla. Belki o küçükken pipini göster dediğiniz çocuklardan biriydi, koca adam olmuştu, ben 14 yaşındayken durdurduğu arabada yol sorarken, bu adamın yüzü bir tuhaf bakıyor diye tedirgin olduğumda elinin hareket ettiğini fark edip gözlerimi aşağıya doğru kaydırdığımda. Ne yaptığını ancak yıllar sonra öğrenecektim. 5 sene önce bir ilkokulun önünde arabanın içinde gördüğün aynı manzarada, bu flashback çakar zihninde. Arabayı yumruklayıp, kapıyı açıp adamı yakasından tutup dışarı fırlatmak istersin. Yapamazsın, korkarsın. Kadınsın çünkü.  Kimselere söyleyemezsin oturup bir gün yazarsın işte.

 
Kadın olmak zordur.

Yanından geçen erkek ağzında geveleyerek tacizkar lâflar eder. Ne dedin sen diye sorduğunda, hiçbir şey diyecek kadar aciz ve onursuzdur. Arkasında duramaz ettiği lâfların, çünkü o da bilir aslında yanlış yaptığını. Otomobiliyle geçerken, senide görmüşken boş geçmez bir erkek, eğilip camdan bir kelâm eder. Onun ehlîleştirilememiş libidosu vardır zira.

 
Kadın olmak zordur.

Yalnız yaşadığın halde, yakın çevren dışı bunu dillendirmezsin, en ufak bir imayla karşı karşıya kalmaya bile tahammülün olmadığı için. Yalnız yaşıyor kadın imajını kendi kafasında yazıp çizmiş adamın kafasının içinde bir çeltik olmak istemediğin için. Çünkü o adam senin evinin saray, tebaan olmasa da o sarayın kraliçesi olduğunu bilmez. Yalnızlığınla barışık olduğunu bilmez. Sarayda olsa, sifonu bozulur, musluk damlar. Eve usta gelecekse, ana, konu komşu çağrılır yoksa kraliçe urbalarını değişir, vücudunun hatlarını belli etmeyecek, bol, soluk eşofmanlar giyer meselâ, saçını toplar arkadan, yüzünde makyaj yoktur. Belli mi olur, belki omzundan dökülen bir tutam saçından sen suçlu olursun. Erkeklerin bahaneleri vardır, hakları, sebepleri. Mecbur kapının eşiğine kadar sucuya evde biri varmış rolü kesersin. Belli periyotlarda su firmalarını değiştirirsin. Üç beş yıl sonra, adamın kafasından ‘bir günde kocası açmadı kapıyı’ geçti mi acaba diye kesersin. 5 litrelik su taşırsın eve. Çabuk biter ama 10 litrelik su taşıyamazsın kolların narindir çünkü.

 
Kadın olmak zordur.

Hiçbir erkeğin düşünmediği, düşünmek zorunda olmadığı her ayrıntıyı düşünürsün hayatın boyunca. Günlük hayatında yer alan onlarca gereksiz düşünce. Kendini korumak, kollamak zorundasındır.

Sokakta olmak zordur, hayata hiçbir zaman tamamen karışamazsın. Yazın uzun gün ışığı seni daha çok dışarıda tutarken, kışın hava karardığında evde olmak istersin. Güvende.

Yürürken bazen adımlarını hızlandırır, bazen yavaşlarsın arkanda ki önüne geçsin diye. Tedirgin bir durumda, telefonla yerini söylediğin yalandan telefon konuşması yaparsın. Sokak kapısını açarken arkana döner bakarsın, biri var mı, ya da izleyen biri. Hepsi güvende olmak, belki de hayatta kalmak için.

 
Kadın olmak zordur.

Gitgide küçük bir çevrede yaşarsın, çemberin daralır, çemberin dışı vahşîdir yem olmak istemezsin çünkü. Doğup büyüdüğün şehre bile yabancılaşırsın. Bazı semtlere adımını bile atamazsın. Elini kolunu sallayarak istediğin zaman istediğin yerde, istediğin şekilde olamazsın. Aksaray’dan yaya olarak geçemezsin, Laleli’den. Tarlabaşından, Karaköy’den. Elin ayağın çekildiği saatlerde tenha, loş sokaklarda yürüyemezsin. Alt geçitler, köprü altları bir korku filminde ki kapı gıcırtısından daha ürkütücü olabilir. Etrafta bu kadar kötülük kol gezerken, çemberin içinde kalırsın, kalene bir kaç tuğla daha eklersin.

Sana özgür olduğun söylenir, hatta sende buna inanabilirsin. Buyur yaşa o halde.

 
Kadın olmak zordur.

Birde bunun aşkı meşki var. Bu kadar meşakkatin içinde sevmek sevilmek istersin. Âşık olmak. Güvenmek. Elini ayağını çekip sığınağında beklersin. Umurunda değildir, yara almaktan, acı çekmekten yeğdir yalnızlık. İkna etmeye çalışanlar çıkar. Güven dersin. O benim der. Öyle olmadığını gösterir tez zamanda. Uzun süren yalnızlıklarında nasır tutmaz ki yüreğin, duyguların sel olup akacak nehir arıyordur, coşkuyla gürül gürül. Kadınsan içinde sevgi ve şefkat akacak damar arıyordur. İçi boşaltılmış aşkın, kullanmaktan yalama olmuş aşkım sözcüklerinin çıktığı ağızların yüreğine inen damara denk gelirsen akamazsın. Orda tıkanır kalırsın. Dikiş tutmuyorsa yüreği, oya gibi işleyemezsin. Dışarıya süzülen gözyaşları, içine akanların yanında bir hiçtir. Yakar, dağlar, batar, acıtır.  Baban Haklıdır seni korumakta. Sen haklısındır kendini korumakta. İnanmak ayıp değildir, yalan söylemek ayıptır üstelik. Belki üçüncüde, belki beşincide inanmayı da öğrenirsin. Öğrenmek ayıp değildir, inancı çalmak ayıptır oysa. Devinir durursun. Dik durursun, dokunsan dağılacaksın bilmezler. Güçlü durursun, kapının kilidini çevirip evine girdiğinde güçsüzlükten yere yığıldığını bilmezler.

 
Kadın olmak zordur.

Sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın başka coğrafyalarında da kadınlar öldürülüyor. Sadece ölmüyorlar, duygusal şiddete, psikolojik şiddete, cinsel şiddete, ekonomik şiddete maruz kalıyorlar. Bazıları her gün ölüyor, sorsan ölmeyi tercih ederim diyecek kadınlar var.

Erkekler öldürüyor.

Pekiyi derhâl; Erkekleri, hadım edelim, asalım, keselim, linç edelim, hapishanede tecavüze uğrasınlar adalet tecelli etsin...

Pekiyi bu duygular, temenniler ne kadar insanî? Beslediğimiz tüm kötü duygular dönüp dolanıp tecelli etmiyor mu, bana değil sana, sana değil ona...

Erkekler kötü derken 2 kere düşünmek gerekmiyor mu? Erkeği yetiştiren de bir kadın. Kadınlar ne kadar iyi ki, bu kadar kötü olabilecek erkekler yetiştiriyorlar. Eşit yetiştirmediğin, eşit davranmadığın kız ve erkek çocukları yetişkin olduğunda, kızının canını başkasının yetiştirdiği erkek, senin oğlunda, başkasının kızının canını yakıyor. Hepsi bir kısır döngü. Hepsi bir bumerang. Kötülük gibi, fırlattığın sana dönecek. Bu düzene son verecek mutlak kadındır. Ve bütün bunları sadece sevgi ile yapabilir. Sadece biraz daha sevgi. Sevginin yapamayacağı, iyileştiremeyeceği yara, eksik yoktur. İyi olmak zor değil. Zaten masum doğdun, marifet masum kalabilmekte. Her şeye, herkese, yaşadığın her olumsuzluğa rağmen, iyi kalabilmekte. Kötülerin kurduğu düzende, oyuna dahil olup kötü olmayı tercih ettiysen şikâyet etme. Yüreğin kararmışsa bir kere, karanlık tarafa geçtiysen de dön geri. Sevgi temizler, aydınlatır. Gün be gün sen aydınlanırsın, dokunduğun aydınlanır, çevren aydınlanır, bir gün dünya. Sev ve iyi kal.

Biliyorum,

Aslında insan olmak zor.

 

 

Arzu Çağlıbulanık

16 Şubat 2015

 

 

21 Aralık 2014 Pazar

YILDIZ TOZU


YILDIZ TOZU


Yıldız tozuyum,

evrenin  parçası,

sonsuzlukta  ayrıntı,

ya da hiç bir şey,

uçsuz bucaksız boşlukta.

Varım,

soluyorum,

yaşıyorum,

düşünüyorum,

hissediyorum,

yıldız tozuyum.

İnatla sevip,

inatla üzülüyorum.

Acı çekiyorum inatla,

yıldız tozuyum.

Polenler uçuşuyor,

yüzüme yüzüme,

bahar olmalı.

Çocuk olmalıyım,

saf ve korumasız.

Yıldız tozuyum.

Meltem esiyor,

ılık ılık,

yaz olmalı,

genç olmalıyım,

deli ve umutlu,

yıldız tozuyum.

Soğuk yalıyor yüzümü,

arsız ve keskin

güz olmalı,

kırkımda olmalıyım,

yıldız tozuyum.

Kar taneleri düşüyor,

teker teker,

kış olmalı,

aldırmıyor üşümeme,

aldırmıyorum üşümeme,

son olmalı.

Bir yıldız kayıyor,

ben olmalı,

tozum toprağa,

yıldızım göğe ulaşıyor,

ait olduğu yere,

göz kırpıyorum, gece semadan.

gündüz vakti, odandan süzülen ışık hüzmesindeyim.

Unutmadıkça ve umdukça,

Görürsün beni.

Hala, yıldız tozuyum ben.                                           
                                                                           

21 Ocak 2012 Cumartesi

Internet ve Güvenlik

İnternetin bütün dünya ile eşzamanlı Türkiye’ye girmesi büyük alkış almıştı. Bu Türkiye’ye sınıf atlatmış, beraberinde de teknolojik gelişmeleri de getirmiş olarak algılandı. Türkiye bir konuda geri kalmamıştı. Düşünüyorum da, gerçekten böyle mi oldu? ABD istememiş ve onaylamamış olsa idi, 10 belki 20 sene sonra internet ve benzeri gelişimler ile tanışmış olabilirdik.

İnternet üzerinden, sosyal ağlardan ( massenger , facebook, twitter, skype vb) ve arama motorlarından yazdığımız bir ‘a’ harfinin dahi, kayıt alındığından, arşivlendiğinden, depolandığından ve beraberinde kategorize edildiğimizden, takip altına alındığımızdan muhtemelen de fişlendiğimizden neredeyse hiç kuşkum yok. Facebook, Twitter gibi sosyal mecra yaratıcılarının, biraz haylaz, biraz dahi ergen bir kimlik ön plana çıkarılarak arkasında ‘büyük baş’ kafaların olduğunu düşünüyorum. 60 sene önce kurulmuş ABD’deki ‘psikojik savaş merkezlerinin’ uzantısı olduğu kanaatindeyim. Ergen kimliklerin yaratıcı gibi gösterilmesi; hem dünya kamuoyun da eğlenceli bir çocuk işi şeklinde algılanıp tehdit unsuru gibi algılanmamasını sağlayacak, hem de ergen bir çocuğu öke gibi gösterip, kendi pek de zeki olmayan halkına pay çıkartıp onare etmek istemiştir (yani bizim veletler işte yapıyorlar böyle işler, hehee siz n’apıyorsunuz? der gibi) Bu hikayenin inandırıcılığını artırmak için birde filim çekerek pekiştirmiştir. Zaten ABD, yaptıklarının olduğu kadar, yapacaklarını da filim yaparak haber verecek kadar şeffaf bir ülkedir, şayet anlarsanız. Massanger’da yazdığınız kimi kelimelerin altı çiziliyor, özellikle takip edilen kelimeler var ve bunlardan birini yazdığınızda takibe alınıyorsunuz. Sesin bile yok olmadığı evrende, internette yazdığımız hiç bir kelimenin kaybolması mümkün gözükmüyor.

Twitter’da neredeyse kimseye ulaşmamanız mümkün değil. Mesela geçen gün ‘Azizim Rusya’yı votka bitirdi @Putin’ yazdım. Bunu yazarken aklımda tam olarak ne vardı emin bile değilim, öylesine, 1 saniyede yazdım, aslında çok ifade içeren, bir yandan ince alayla yazdım bunu. Düşünebiliyor musunuz, 20 sene önce, bir Ülkenin en üst makamına, bir arzuhaliniz, temenniniz vs varsa ancak mektup yazardınız, bu mektubunda biraz diplomatik bir dille yazılması gerekir ve mektubun muhatabına ulaşması da ancak hayal ve ümit edilirdi. Bugüne gelince şaşılası. Şimdi, bize sunulan imkan, gerçekten bize sunulmuş mu? Bize hizmet vermek için mi, yoksa bizden hizmet almak(bilgi!) için mi? Bunu öngörmeme rağmen, verdiğim örnekten anlayacağınız gibi, esirgemeden kullanıyorum sosyal medya mecralarını. Kendimi bildim bileli kategorize edilmeye karşı biri olarak, tek geliştirdiğim savunma mekanizması, hedef şaşırtan, kafa karıştıran tuhaf şeyler yazarak sınıflandırılmamak. Gugıl Amca (Sam Amca babası olur) benim aradığımı benden iyi biliyor. ‘Bir ben var, benden içeri’ o denli sufi Gugıl Amca, hatta tanıdığım en bilgili, en hafızası kuvvetli, en bilge insan!

Sanal Dünya güvenilir bir yer değil. Yazdığımız her mail okunuyor, merhaba dediğimiz her kimseyi, arkadaşlarımızı, işimizi, hobilerimizi, zevklerimizi, cinsel tercihimizi, evimizi, ne yediğimizi, hangi dişimizin ağrıdığını, inançlarımızı, fikirlerimizi ve aklınıza gelen her şeyimiz biliniyor, bunları deşifre etmemiz sağlanıyor. Nerede olduğumuzu bildirmemiz, ne dinlediğimiz, fotoğraflarımız ve bildirdiğimiz duygularımızla tüm zaaflarımızla ortadayız. Deşifre edilmiş haldeyiz, bunu bende yapıyorum. Düşündüğüm gibi ise, bu yazının okunmasını da bekliyorum.

14 Aralık 2011 Çarşamba

MHP (Maalesef Haliniz Perişan)


Görüş olarak daha yakın ve  daha uzak olduğum partiler var kuşkusuz, yinede yüzde yüz beni temsil eden bir siyasi parti olmadığı için hiçbir partiye ait değilim  Ama bir kez daha anladım ki ben partiler üstü biriyim. Geçmiş yıllarda bir iki partinin kadın kollarının havasını solumuştum. Siyasetten başka her türlü konunun konuşulduğu, evde beş çayı içmek yerine çaylarını teşkilat binalarına taşıyan, acaba çocuğuma bir iş ayarlayabilir miyim kaygılı, benzer düşünceli evde ki sorunlarından kaçış için bir yer arayan kadınların bir araya geldiği ortamlardı sadece. Niçin buradasın, neye inanıyorsun, amacın ne, ne yapabilirsin sorularına cevap veremeyecek bu hanımlar, partinin gövde gösterilerinde kalabalık yapmaktan başka hiçbir işe yarayamıyorlardı. Bulunduğun partinin tüzüğünü okudun mu? Partinin misyonundan  ve vizyonundan haberdar mısın? Alt yapıları olmayan bu hanımları televizyon ekranında ki pembe diziden alıp, doğrudan bir siyasi partinin kadın kollarına koyarsan ne beklersin. Bu hanımlardan bir şey beklendiği, umulduğu da yok zaten. Biraz ilgili olanlarda, kocalarının peşinden geldiklerinden oradalar. Kaç tane kadın var, yada hiç var mı ki? kocası siyasi bir partiye inanıyor, baş koymuş, o partinin üyesi, çalışanı ya da lideri. Kadında okumuş, araştırmış ve falanca başka bir partiye kendini yakın hissetmiş ve o partinin içinde. Masal gibi değil mi? Oylarını bile kocalarının istekleri yada baskıları doğrultusunda kullanan kadınlar var olduğu ülkemizde  bunları düşünmek ütopik.  
En büyük yanlış ki, bunu sağ, sol, bütün siyasi partiler maalesef yıllardır sürdürüyor, KADIN KOLLARI ne demek. Kadını bütünden ayrı bir kol olarak değerlendiren zihniyet nasıl beni temsil eder. Eşitlik nerede? Düşüncenin, davanın, eylemin, kadını erkeği kolu kanadı olur mu? Hepsi için geçerli olan bu feodal zihniyet de neyin nesidir? İçinizden bir iki aklı başında kadını yanımıza alır biz işimize bakarız. Sizde orada kadın kollarında çalın oynayın, oyalanın. Çiçek açın papatya olun, bir ampul gibi etrafınızı aydınlatın, asena olup uluyun.  2. Dünya Savaşından bu yana, kadının rolü figüranlıktan öte gidemedi. Savaş sonrası, Avrupa’da ki can ve mal kaybı erkeklerin isteği üzerine feminist akımı başlattı. Çünkü ucuz iş gücüne ihtiyaçları vardı, ekonominin yeniden diriltilmesi gerekiyordu. Çok sayıda kadın vardı ve sözde ekonomik özgürlük adıyla erkeklerin aldığı yarı ücretle ağır işte çalıştılar. Ve bugünün uzantısında pek bir şeyin değişmediğini görüyoruz.
Partilere dönersek, uzak olduğum bir partiyi keşfetme, gözlemleme fırsatı  yakaladım. MHP’nin Erciyes’de ki 16. Kurultayına katıldım. Bir otobüs Ülkü’cü ile Kayseri Erciyes’e gitttim bir gece Erciyes eteklerinde çadırda kaldım ve ertesi günü de onlarla geçirip İstanbul’a döndüm. Erciyes eteklerinde binlerce çadır vardı ve Türkiye’nin ve hatta Avrupa’dan bir çok gurbetçi arabalarıyla buraya gelmişti. Hiçbir türlü konforun bulunmadığı bu koşullarda haftalarca, aylarca kalanlar vardı. Bunca insan, para karşılığı bile buraya getirilip durduralamıyacağına göre onları birbirine bağlayan güç bir bağ var kuşkusuz. Partinin feodal ve ilkel yapısı çok göze çarpıyordu. Otuz saati geçkin otobüs yolculuğunda dinlenen Ankaralı Turgut, partinin ne kadar tabanda olduğunu ve tabanda da kalmaya mahkum olduğunun ispatıydı. İçe dönük olan, açılmaya ve yenilenmeye kapalı olduğu, ülkücülerin  her türlü söyleminden ve tavrından belli oluyor. Bozkurt işareti, bıyık ve genel görünüş itibariyle müthiş bir şekilcilik içinde hapsolmuşlar. Kanıksanmış olan,  MHP eşittir Faşist tanımının abartılı olmadığını gözlemledim. Asmak, kesmek, dövmek ve öldürmek gibi gayri insani sözler, kadın-erkek tarafından çok sık kullanılıyor. Tabi ki beni en dehşete düşüren kadınların bu sözleri çok rahat telafuz edebilmeleri. 30’lu yaşlarda bir kadının, bundan öte bir annenin insan boğazlamayı doğal karşılaması, gerektiğinde yapılmalıyı savunması, telefonun 2-3 dakikalık video kaydından, bir Çeçen’in bir Rus’un kafasını bıçakla kesip ayırması sahnesini soğukkanlılıkla ve keyif alarak izlemesi benim için dehşetinde ötesinde. O bir kadın. O bir anne. Ama nasıl? Bu soruların cevabını sözde onların geleneklerimi cevaplıyor? Davul zurnayla, halay çekmek istediklerinde bulundukları mekanın yetkilisinden izin alma ihtiyacı duymayan, “karışırsa, ağzını burnunu kırarız” sözlerinin içinde nerede anaç Türk kadını. Türklüğün, Milliyetçiliğin, bu olmadığı aşikar. Kesici alet taşımak, bıçak çakı gibi büyük bir gereksinim ve gereklilik gibi onlar için. Karşılarında ki herhangi bir insanın onların isteklerini karşılamayan bir cevaplarına karşın ilk akıllarına gelen çözüm yolu “dövmek”. Ocak başkanına yöneltilen, “reis su istedik vermediler” “reis odun istedik vermediler” gibi benzer sorulara reisin ilk cevabı “dövseydiniz” bir noktaya kadar şaka olarak algılamak istedi beynimin kıvrımları. Bir kez olsun, kazara olumlu bir fiil çıkmasını bekledim ağızlarından.
Ülkü ocakları kapatılmalı. Nedenine gelince, Ülkü ocaklarının; tut, yakala, parçala komutları ile itaatkar, sadık köpek yetiştiren K9 Eğitim Merkezlerinden  bir farkı yok. Onsekiz yaşının altında, gencecik körpe beyinlere siz ne verirseniz onu alır. Dünyada ki bir çok kavramdan, oluşumdan, olgudan bihaber gençlere yapılan, bir nevi insanlık suçu. Kişiliği oturmamış, eğitimini tamamlamış, okuyup araştırmamış, alt yapısı oluşmamış, kendi doğrusunu bulmamış bu gençlerin özgür bırakılması şart. İnsanoğlunun, alt beyninde ki aidiyat duygunu biliyoruz. Herkes, bir bütünün parçası, bir toplumun üyesi, bir yere ait olmak ister, ama ham beyinlerin olgunlaşıp, kendi gerçeğiyle ve rızasıyla orada olmaları gerekir. O gençleri yetiştirmek ve kendilerine dahil etmek MHP için bir başarı değil. Otuzlu yaşlarında biri, ben mevcut partilerin tüzüklerini okudum, icraatlarını inceledim, ve sizin söylemlerinizi doğru buluyorum, misyonunuz beni düşüncelerime paralel diyerek çıkıp, sizin partinize dahil oluyorsa bu bir başarıdır. MHP ne zaman ki bu gerçeği fark eder o zaman yol olacaktır.   
Fedai değil, vizyonu olan insanları partiye dahil eder,  sivri söylemlerini, köşeli düşüncelerini ne zaman ki törbüler, kan kokan marşlardan vazgeçer, bir yenilenme içine girer, kabuk değiştirir, ne zaman ki, Bozkurt olan o eller şakağa konup düşünmeye başlar, ne zamanki Bozkurt silkelenir, kuyruğunda ki keneyi, pireyi silkeler kendine gelir işte o vakit  çağdaş bir siyasi parti olur.    


Arzu ÇAĞLIBULANIK
10 Ağustos 2005