21 Ekim 2011 Cuma

Lincoln ve Kennedy

DÜŞÜNDÜRÜCÜ; Hayatta bir çok şeyin tesadüfen olmadığına inanan biri olarak, buna asla tesadüf diyemem. Ya siz? 


Amerika Birleşik Devletleri’nin iki başkanı Abraham Lincoln ve John F. Kennedy’nin hayatları ve ölümleri arasında insanı hayrete düşüren, düşündüren ve şaşırtan benzerlikler var. Neler mi? Şimdi okuyacaksınız.
·         Abraham Lincoln 1860 yılında ABD Başkanı oldu.
·         John F. Kennedy 1960 yılında ABD Başkanı seçildi.
·         Lincoln ve Kennedy isimlerinin ikiside 7 harften oluşuyor.
·         İkisi de Beyaz Saray’da yaşarken birer evlatlarını kaybettiler.
·         İki Başkanda bir Cuma günü suikasta kurban gitti.
·         İki Başkanda kafasından vurularak öldürüldü.
·         Lincoln’un sekreterinin adı Kennedy’di.
·         Kennedy’nin sekreterinin adı ise Lincoln’du.
·         İkisi de birer güneyli tarafından öldürüldü.
·         İkisinin ölümden sonra da yerlerine bir Güneyli başkan atandı.
·         Her ikisinden sonra başkan atanan kişinin adı Johnson’du.
·         Lincoln’den sonra başkan olan Andrew Johnson 1808 doğumluydu.
·         Kennedy’den sonra başkan olan Lyndon Johnson  1908 tarihinde doğmuştu.
·         Lincoln’u vuran John Wilkes Booth 1839 yılında doğmuştu.
·         Kennedy’yi vuran Lee Harvey Oswald ise 1939 yılında dünyaya gelmişti.
·         Her iki katilin de 3 isimden oluşan 15 harfli adı vardı.
·         Suikasttan sonra Booth, tiyatro salonundan kaçmış ve bir depoda yakalanmıştı.
·         Oswald ise depodan kaçmış ve bir sinema salonunda yakalanmıştı.
·         Hem Booth hem de Oswald mahkemelerinden önce vuruldular.

Fakat bizim bir eksiğimiz var. A.B.D.’ne bağlılığımızı göstermek için Bakırköy’ün sahil caddesinin adını  Kennedy Caddesi koyan Adnan Menderes, bu benzerliklerin farkında olsaydı ayıp olmasın diye bir bulvara da Lincoln Caddesi adını koyarlardı kesinlikle.

DUVAR

BİR GÜN YIKILIR

Aklım erdiğimde karşılaştığım ilk duvar The Wall’du. Pink Floyd’un kült şarkısı ve filmi. Bir  isyan, başkaldırı, haykırış filmi. 15 yaş için biraz ağırdı ama benim tercihim değildi. Bu Pink Floyd, bu da Kuğu Gölü balesi, bu da Guguk Kuşu al oku gibi bombardımana uğradığım yıllardı ağabeyim tarafından. Yaşıtlarım ev ve okul civarlarından ayrılamazken, ben Taksimde sanat galerilerinde resim sergileri geziyordum. Keşfetmeye, gerçekten öğrenmeye, kabuğumun kırılmasının, kendimi bulma ve  olma çabalarının yıllarıydı. Fenamı oldu? Hayır tam tersine harika oldu. Yaşıtlarım Sezen Aksu ve Küçük Emrah  dinleyip içlenirken, benim harçlıklarımla aldığım ilk albüm Beethoven’kiydi. Kendimi övmüyorum, duyarlılık ve yaradılış farkıydı bu. Aristokrat bir aileden geldiğimden değil, çoğunluğun sıkıldığı şu meşhur Pazar konserlerinden keşfetmiştim Beethoven ve diğerlerini.  Yani onlar flörtçülük oynarken ben keşfediyordum. Çevremdeki duvarları ellerimle yavaş yavaş genişlettim, kendime yaşama alanı oluşturdum, öğrenerek, araştırarak. Öyle açım ki, ama öğrenmeye. Bitmek tükenmek bilmeyen bilgi açlığı, bir çeşit doyumsuzluk, en kötü yanı da sonu olmayışı. Uçsuz bucaksız bir derya öğrenmek. Ama bildiğim bir şey var, Sokrat’ın dediği gibi ‘bildiğim tek şey bir şey bilmediğimdir’. Benim için en anlamlı gün, yeni bir şey öğrendiğim gündür. Hiçbir şey öğrenilmemiş gün, boşa geçmiş yavan bir gündür derim. İnsanın ancak öğrenerek tekamül edeceğini inanıyorum. Ama günümüz gençlerini bu hususta çok aceleci buluyorum, gerçi her konuda aceleciler ya. Hemen duvarları yıkmak istiyorlar. Nelerle karşılaşacaksın? Bu durumlara hazır mısın, donanımlı mısın?  Palas pandıras hayata atılmak istiyorlar, parolaları da ‘anı yaşa’. Tamam benim de hep savunduğum, arkasında durduğum ve sıkça kullandığım bir lafta vardır ‘hayat ertelenecek bir şey değildir’ derim. Benzer gibi gözükse de bu kelimelerin içine doldurduğumuz anlamlar farklı. Ben; bugün bir arkadaşını görmek istiyorsan git gör erteleme yarın olmayabilir, yeni bir kelime mi duydun anlamını bilmeden ömrünü geçirme git sözlükten oku öğren, babana hala onu sevdiğini söylemediysen git söyle sonra pişman olabilirsin gibi ve benzer anlamlarda kullanıyorum bu lafı. Yani anlayabileceğiniz gibi hiç biri imkansız, yapılamayacak, insanı zorlayan durumlar değil. Keza ‘anı yaşa’ bana çok tehlikeli gibi geliyor. Bu iki sözcük risk, belirsizlik ve tehlike kokuyor. Anı yaşamaya  hazır mısınız. An, o an, yaşanan ve yaşanamayan o an ve belki son an. Sınırlarda gezmek gibi.   

Sınırlarınızı başkalarının belirlemesine izin vermeyin. Sınırlarınızı kendiniz belirleyin ve kendiniz olun. Zamanı geldiğinde duvar kendiliğinden yıkılır zaten.  

Arzu ÇAĞLIBULANIK (2003)

20 Ekim 2011 Perşembe

Terör Kuyruğu ve Duyarsızlaşma

Okura; Bu yazı çok kişiye ulaşabilmesi, okuyanı yormadan hemen anlaşılır olması adına, ciddi ve uzun bir konuyu, özetlemek amacı ile  kullanılabilecek en yalın bir dil, net ifadeler ve hatta yer yer argo kullanılarak kaleme alınmıştır.

Duyarsızım! Duyarsızlaştım. Ne burnum sızladı, nede gözümden bir damla gözyaşı aktı. İçim acımıyor, tepkisizim. Kimse benden 25 senedir yaşadığım, tanık olduğum, haberdar olduğum, maruz kaldığım bir acı karşısında tepki vermemi bekleyemez. Buna duyarsızlaşma denir. Bugün ajanslar, ha 2 demiş, 24 ya da 26,  hatta 125 benim için bir şey ifade etmiyor. Doğru kayıtsa şayet, şimdiye değin 6650’yi buldu. Nedir bu rakamlar? Türkiye’de teröre kurban edilmiş ŞEHİT sayısı. Bireylerin, kamunun, medyanın, TV’nin tavrı da beni ilgilendirmiyor. İnsanlar dilerlerse işlerini yaparlar, devam edebilirler hayata. Beni benim tercihim ilgilendiriyor. Sosyal medyada ki, sitemleri, küfürleri, lanetleri, siyah kurdeleli, bayraklı profilleri, hatta gözyaşlarını samimi bulmuyorum. Yerini ertesi gün, yine yandan çekilmiş bir fotoğrafın alacağını, eğlenceli videoların, fıkraların, karikatürlerin, vs paylaşımına bırakacak. Balık hafızalı bir milletin bireyleri, bugün matem ilan et, yas tut, yarın kaldığın yerden devam et. En büyük meselemiz samimiyetsizliğimiz. Yaptığı seçimlerle, (sunulan seçeneklerle) protesto etmek.
Akademisyenlerin kullandığı çetrefilli lisandan yıllardır sıtkı sıyrılmış biri olarak, çok sade, net ve anlaşılır bir şekilde yazmaya devam ediyorum. ABD’nin 60 sene önce kurduğu ‘psikolojik savaş merkezi’ kusursuz bir şekilde çalışıyor ve aksaklık yaşamadan adım adım planlarını hayata geçiriyor. 15 sene önce küçük harflerle, pek az kişiyle konuştuğumuz ‘Büyük Ortadoğu Projesini’ duymayan sağır sultan kalmadı. Coğrafi konum olarak, bu projeden sıyrılmamız mümkün olmadı. ABD’yi ayakta tutan, silah, sinema ve ilaç sanayidir. Ve bu 3 dev endüstrinin büyük çoğunluğu Yahudilerin elindedir ve Yahudi Lobisi olarak ABD’nin arkasında ki, gerçek güç ve karar mekanizmasıdır. Bu çok paralı amcaların, dünya haritasına baktıklarında canları çok sıkılmaktadır. Dünyanın en güçlü ve en çok kazandıran sanayilerini elinde tutmalarına rağmen haritadaki küçük kara onlar için yeterli değildir. Hem para kazanmaya devam edebilir, hem de daha fazla toprak sahibi olabilirlerdi. Proje 1980 yılında start aldı. İran ve Irak savaştırıldı, kendi sattıkları silahlar ile. Galibi olmayan ve 8 yıl süren bir savaş. Orta doğunun zemini sallandırılmıştı. 2 Sene sonra, ABD öncülüğünde ve 1 sene süren Irak-Kuveyt arasında Körfez savaşı ile devam etti. Aradan 10 sene geçtikten sonra kana susayan ABD, aslında projeye devam edebilmek için Orta doğuya burnunu sokmak için bir sebep yarattı. Radikal bir kararla, en can alıcı darbeyi kendilerine yaptılar. Sorun değildi, yenisini yapmak hiç sorun olmayacak öte yandan dünya kamuoyunda onları %100 haklı gösterecek bir vaka yarattılar. İkiz kulelerini yerle bir ettiler. Bir kaç Arap kullanarak elbette, inandırıcı olması için. 2001’de önce Afganistan’ı hedef aldı ve sözde düşmanları Bin Ladin ve Talibani’yi etkisiz hale getirdi. Hemen 2003’de, Irak’ın tehdit oluşturduğuna kanaat getirdi. Nükleer silahları olduğu halüsinasyonlarına kapılarak Irak’ı işgal etti. Nükleer silahlar yoktu. Muhtemelen Saddam kaçarken poposuna sokmuştu. Sonra dünyanın gözü önünde, küçük düşürecek şekilde, yakalanması, bit kontrolü, diş kontrolü ve bir bayram sabahı asarak idamını Müslümanları rencide edecek şekilde gerçekleştirdi. Benim şahsi fikrim, asılanın, Saddam değil, benzerlerinden biri olduğudur. 2010 yılında İran’a müdahaleleri olmuş ama İran kafa tutmuştur. Zira İran, Irak gibi sonradan haritada çizilmiş bir ülke değil, Pers İmparatorluğunu devamıdır. ABD politika olarak, pis işlere elini bulaştırdıktan sonra, dünya kamuoyunda güven tazelemek, sempati toplamak için bir süre geri çekilir. Başkan seçimleri de, bu politika ile yapılır. Projelerine uygun olarak, pis işlere uygun Bush gibi karakterleri seçer. Geri çekildiğinde, dünyada sempati uyandıracak Clinton gibi karakterleri. Bu kimlikler, bu roller için uygundur.  Büyük Orta Doğu Projesi, Suriye ile devam edecektir bir bahane ile. Projeye son adresi ise Türkiye’dir. Kimse Sam Amca’ya, ‘senin Orta Doğudaki hiç bir ülkeyle sınırın yoktur, tarafınıza oluşan bir tehdit yoktur ve sen dünyanın jandarması değilsin hacı!’ demediği sürece Sam Amca silah satarak ve kullanarak, dibine kadar kullandığı kaynakları tükenmek üzere olduğu için, petrol, su için verimli topraklar Mezopotamya’ya doğru ilerlemeye devam edecektir. Zaten bakması gereken bir de üvey kardeşi vardır ama üvey kardeş İngiltere her konuda arkasındadır.
Sözde demokrasi altında, ABD mandalığında yönetilen bir ülkenin, terörden kurtulması tabi olduğu ülkenin inisiyatifidir. Viyana kapılarına dayanmış, dünyaya hükmetmiş, 622 yıl hüküm sürmüş bir imparatorluktan gelip, 1923’den beri de tam bağımsız, demokrasi ile yönetilen bir ülke olarak varlığını sürdüren Türkiye Cumhuriyeti( 88 yıllık tam bağımsız bir ülke cümlesi kuramadığım için sadece başlangıç tarihini yazdım) ve yekünde 700 yıllık bir devlet, ABD ve AB’ye karşı etek öpen, tavizkar tutumlar sergiliyor. Bugünkü resme, gündeme gelirsek, yetersiz, kifayetsiz, yaptırımdan uzak bir idare (hatta irade) ile karşı karşıyayız. 1988’den beri tüm hükümetler, aynı kelimelerle terör konusunu savuşturmuştur. ‘Hesabı sorulacaktır!’ ve ‘Bıçak kemiğe dayanmıştır!’ söylemleri ile açıkça savuşturmuştur! Bu hükümetler ve devlet yetersizliğini defalarca kanıtlamıştır. Hesap sorulmamıştır (sorulamamıştır) ve bu dayanan bıçak kesinlikle kördür!
PKK,  ABD güdümlü bir Kürt örgütüdür ama bu örgüt, tüm Kürtlerin dahil olduğu ve hedef gösterileceği bir yapı değildir.Ama şu sorundur ki, çok zengin bir dil olan Kürtçeyi kullanan, şarkılar yapan, kitaplar yazan, radyosu - televizyonu olan, siyasetin içinde bilfiil bulunan, mebus olan, başbakan olan, cumhurbaşkanı olan Kürtlerde, hiç bir gerçek aydın, düşünürün çıkıp, ‘Biz bu coğrafyada yüzyıllardır kardeş gibi beraber yaşadık, bizim meselemiz yoktur, ABD’nin oyununa gelmeyin, kuklası olmayın’ yönünde barışçıl örgütleme sağlayamamıştır. Kürdistan ütopyası, sadece bir kara parçası olarak kalacaktır. Büyük kentlerde yaşayan hiç bir Kürt, evini, işini, sosyal çevresini bırakıp göç etmeyecektir.  Devlet olmak, sanayileşmek, ticaret, eğitim, sağlık, hukuk sistemi kurmak demektir. 10’ar çocuk doğurarak nüfus artışını sağlamak ve kendi lisanınızın olması, devlet gerekliliği için yeterli değildir. Devlet kuracak paranız var ise, neden ağırlıklı olarak yaşadığınız Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin koşullardan şikayetçi olduğunuz, yaşadığınız bölgeye iyileştirme için neden kullanmadınız diye sorma hakkı doğar. Yo bizim devlet kuracak paramız yok, ama devletleşmek istiyoruz diyorsanız. İkinci bir soru sorma hakkı doğar. Pekiyi size bu devleti kim kuracak?
Terörü durdurma, yüksek bir irade, kararlılık ve yaptırım siyaseti ile gerçekleşir. ABD’nin PKK’yı örgütlemesinin ve silah satışının durdurulması öncelikle yapılması gereken dış politikadır. Hali hazırda yakalanmış ve tutuklu bulunan PKK terör örgütü başı Abdullah Öcalan ile ilgili olarak ABD’ye, Avrupa’ya ve İnsan Haklarına Mahkemesine rest çekilmeli ‘Bu bizim iç meselemizdir, ister yargılarım, ister asarım, ister yakarım, ister götüne fitil atarım’ denmelidir. Kürt vatandaşlara verilmesi gereken mesaj ise ’Daha fazla hatanıza tolerans gösterilmeyecektir. Sınırları ve yönetimi belli olan bu ülke içinde, Çerkezler, Abazalar, Ermeniler, Süryaniler, Rumlar, Levantenler, Museviler, Lazlar, Abazalar, Boşnaklar ve diğer göçmenler gibi sulh içinde, doğup büyüdüğünüz bu memlekette yaşarsınız. Ya da mezarlıklarda ki geçmişlerinizi bırakıp başka bir ülkeye ister göç edin, ister iltica yolunuz açıktır.’  

18 Ekim 2011 Salı

İstatistik

Rakamlar, oranlar, kıyaslamalar, dengeler ve istatistik. Tüm dünyada geçerli olan ve Türkiye'nin de dahil olduğu istatistikler. Dünyada yapılan falanca araştımaya göre Türkiye 179. sırada, falanca araştırmaya göre 2. sırada. Kredi borcu, sigara tüketimi, sosyal ağ kullanıcısı, okuma oranı, sağlık vs vs. Şimdiye kadar, Türkiye'nin kıyaslandığı kaç tane istatistik bilgisi okudum, işittim hatırlamıyorum nede Türkiye'nin sıralamsını. Bütün bu bilgiler kuşkusuz önemli ve arşivlenerek kayıt altına alnıyor ve ihtiyaç duyduğumuzda bu hazır bilgilere ulaşabilmek de fevkalade. Bu istatistiklerin birey üzerinde hiç bir etkisi olmadığı kanaatim kesindir. Bireysel ve buna bağlı toplumsal bir bilinç oluşturduğunu hiç sanmıyorum. Verilen istatistiğe göre dünyada en fazla televizyon seyreden Türklermiş 'bari ben izlemeyeyim', facebook sosyal ağını en sık kullanan 2. memleketmişimiz 'bari ben kullanmayayım' sağlığını ihmal eden 78. ülkeymişiz 'ben gidip bir check-up yaptırayım' gibi benzer yaptırımlara sevk etmiyor bu istatistikler. Türkiye'de tek bir istatistik akılda kalmıştır ve asla unutulmayacaktır. Aziz Nesin'in istatistiği Türk insanının %60'ı aptaldır.

Not: Yukarıda ki tüm rakamlar farazidir.

13 Ekim 2011 Perşembe

Facebook Jargonu

Facebook Jargonu;

Uzun cümleler kurma : Okumayı sevmeyen bir toplum olduğumuzu unutma. Yazdıkların alameti farika da olsa, hayati önem taşısa da, dünyayı yerinden oynatacak yada çok ilginç olsada, okumayız, sıkılırız, canımız istemez, vaktimiz de olmayabilir.

Ciddi bir mevzulardan bahsetme : Sen istediğin kadar ciddi bir konudan bahset, biz konun dışına çıkmayı ustalıkla başarırız. Tartışmayı ve münazarayı aslen çok seven ama üslubu hakkında sıkıntı yaşayan bir toplum olduğumuzu unutma. Tartışmada asıl konuda da kalmak büyük sıkıntı yaratır bizde, bir konuyu araç edip  başka konulara sıçramak isteriz. Ve konu ne olursa olsun, konuyu belden aşağıya çeker ve ne yapıp edip boka sardırırız.

Kendin gibi olma: Sen istediğin kadar kendin ol, biz burada dışa vuramadığımız kişiliğimizi dışa vururuz, fütürsuzca küfür eder, insanların yüzüne söylemediklerimizi buradan rahatça yazarız. Olmasakda, burada, istersek vatanperver, istersek milliyetçi, istersek marjinal, istersek hayvansever, istersek çevreci ve niceleri oluruz. 

Eleştirme : Biz burada onaylanmak, pofpoflanmak, her yazdığımızın ve paylaştığımızn beğenilmesi için buradayız aksi olsa bir dakika durmayız zaten. Kendimle yüzleşmek istemiyorum, buna zorlama, zor işleri sevmiyoruz. hele ki kafa yoranı. Beni hatalarımla onayla, hatalarımı yanlışlarımı bulup çıkarma ve beni 685 kişiye madara etme. Karizmamın zedelenmesi en son istediğim şeydir, hemen seni siler ve bloklarım. 

Düzgün Türkçe kullanma : Kendimizi okulda gibi hissetmek istemiyoruz, mezun olalı 20 sene olsa da bu böyle.İmla kuralları, -de'ler -da'lar vs vs çok uğraştırır, konuştuğumuz gibi yazarız, hatta konuşmadığımız gibi bile yazarız. Hem alfabenin 29 harf olması yetersiz,  w ve q harflerini de kattık. Yani, anlayacağın biz bozuk Türkçeyi sempatik buluyoruz, bize didaktik yaklaşımı bırak. 

Bilgi paylaşma : Bilgi okulda az biraz verilir, onuda istediğimiz kadarını alıyoruz, aldık bitti, yeni bir şey öğrenmek gereksiz, ne işime yaracağınız bilmediğim, ne zaman kullanacağımı bilmediğim bilgiyle niye kafamı doldurayım, eğlenceli videolar, fıkralar bana yetiyor. Ansiklopedi ve kütüphane sözcüğü bir çoğumuza yabancı geliyor. Hemen hemen, bütün yazarların, şairlerin, düşünürlerin adını ve bir kaç sözünü öğrendik bunlar bizi bayağı idare eder, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmakta fena sayılmaz hani. Bir bilginin 3 kişi tarafından paylaşılması doğruluğu için bize yeterlidir, araştırma zaman kaybıdır. Yani, bilgiye aslen dibine kadar aç ama reddeden insanlarız unutma.

9 Ekim 2011 Pazar

Diziler Bitti Okeye Döndü

Türkiye'de sanayileşen, büyüyen dizi sektörü aslen bitti okeye döndü ama hala bittiğinin farkında değil. Çünkü senaryo bitti. Yaratıcı ve ilginç fikirler zaten olmadı, mevcut kaynaklar da tüketildi. Hayatta olmayan yazarların, romanları, hikayeleri kullanıldı bitti. bizim hikayeler bitti, Monte Christo Kontu (EZEL) bile kullanıldı. Eski yeşilcam filimleri uyarlanıyor şimdilerde. Çok kaynak yok o da yakında tükenecek. Amerikan yapımlarına el atılıyor zaman zaman, deneniyor. En son Umutsuz Ev Kadınları yapıldı. Amerikan hikayesini Türk'leştiremezsin, eğreti kalır. Ama yapımcı Fatih Aksoy'un riske atacak parası ver demek ki denemek istedi. Halbu ki, iz bırakan hikayelere bakarsak, İkinci Bahar, Yedi Tepe İstanbul, Süper Baba gibi, bizim hikayelerimiz seyirciyle buluşan. Uyarlamalardan imtina etmek gerek, samimi, sahici olmuyor ve seyircinin yüreğine değmiyor yada güldürmüyor. Big Bang Theory'yi, Sarah Silverman Program'ı Dexter'ı uyarlabilir misin, bu hikayeleri Türkleştirebilri misin? Ancak abesle iştigal olur. Öte yandan, Doğu hikayeleri kan kaybetsede, denenmeye çalışıyor hala bir kaç kanalda. Aslında işlenecek tema 10'u geçmiyor. Yeni sezonda yeni bir dizi başlıyor, bakıyorsun nasıl bir iş çıkmış diye, bakıyorsun ki, bir önceki sezonun 3 dizisnin senaryosu harmanlamış yeni bir iş gibi ortaya konmuş. Bugün 'Gün Akşam Oldu' dizisini seyrettim, sadece Filiz Akın'ın yüzü suyu hürmetine. Bu hikaye hiç yabancı değil sonra hatırladım 'Yengeç Sepeti' filmini hikayesi. Tükettik, söylecek bir sözümüz, anlatacak bir hikayemiz yok artık dizi adı altında. Bütün bu işlerde ciddi emek, büyük bütçeler var. Bütün bu kaynaklar birleştirilse Hollywood'a meydan okuyacak filimler yapılabilir. Her hafta bir filim uzunluğunda, sündüre sündüre bir hikayeyi anlatacağına, o hikayeyi uzun metrajlı filim yap, ama hakkıya yap, yurt dışına sat daha fazla para kazanırsın, tv kanalların verdiğinden. İzleyenlere iyi seyirler.

Kuzey-Güney (8-9-2011 tarihli yazım)

Ben oldukça geç kaldım yazmak için. Bilen bilir yılların birikimini. Bugün kendime başla dedim ve başladım. Söylecek çok kelamım var ama bir yerden başlamak gerek. Bende bugün tv de izlediğim yeni bir diziden  başlayayım dedim. Yeni yayın sezonu başladı, dizi bombarıdımı da. Nefes almadan ardı ardına her kanalda. Elbette bir çoğu elemine olacak, seyirciye ulaşamadığından, 3-5 bölüm sonra yayından kalkacak,, kimi gün saat değişikleri ile direnecek. Neyse bildiğiniz mevzular. Kanal D yine iyi bir diziye ev sahipliği yapmış. Tutacağı, yani izleneceği kesin. Cast başarılı, ivme düşerse ilerleyen bölümlerde casta takviye gelebilir elbette. Dizinin psikolojik analiz,ne gelelim. Otoriter, despot, ailesini koruma duygusu ağır basan,ama bir o kadar da  iletişim kuramayan bir baba ve buna bağlı sindirilmiş bir anne. Lakin ilerleyen bölümlerde gelişen olaylar karşılığında, rest çekeceğini, tavrının değişceğini öngörüyorum. Ve bu ortamda yetişmiş 2 erkek çocuğu. İletişm kuramadığı için bastırılmış duygusallığını, öfke patlamalarıyla yaşayan, agresif ve saldırgan, ezikliğini saklamaya çalışan, madem öyle hep öbür uçda olayım seçimi yapan Kuzey karakteri. Gerilimden uzak durmak, ailesinden tepki almamayı tercih etmiş, aslında pasif agresif olan, iyi çocuk olmayı seçmiş, fedakar gibi gözüksede aslında ona fedakarlık edilen Güney karakteri. Kuzey ve Güney, Amerika iç savaşının adıdır (diğer adı Gri - Mavi) bu dizide bir iç savaş olacağını kestiriyorsunuz. Daha önce görmediğim yeni bir yüz Güney'in sevgilisi, oyunculuğumnu ilerleyen bölümlerde göreceğiz sanırım. Kız karakteri sağlam gözüksede, hırslı annesinin müdaheleleri kafasını karıştıracak gibi. Kıvanç Tatlıtuğ'un yine bahtı yengeden yana (Behlül) yatağında başkaları olsada, yine kalbi yasak ilişki peşinde:) Kıvanç Tatlıtuğ'un oyunculuğunda kuantum sıçraması yaşanmış adeta. Artık oldu Kıvanç Tatlıtuğ aktör oldu. Disiplenle devam eder ve kendini tekrarlamazsa Türkiye'nin Brad Pitt'i olacaktır. Mimikleri, ifadeleri, vücut dili rolüyle ötrüşmüş, ilerleyen bölümlerde daha da oturacağı kesin. Bade İşçil'in şımarık, zengin, babasının sevgili biricik kızı rolünden ilerleyen bölümlerde başka türlü samimi performanslar bekliyorum. Herkese sevgiler, iyi seyirler